
Genç Michael’ın talihsiz bir fırtınadan sonra terkedilmiş bir adaya düşerek hayatta kalma mücadelesine girdiği bu film, izleyiciyi daha ilk saniyeden yakalamayı başarıyor. Medeniyetten tamamen uzaklaştığı anda, karakterin çaresizliğini hissetmek oldukça kolay; kameranın hafifçe titreyen görüntüsü, dalgaların sesiyle birleşerek izleyiciyi adeta sarıyor.
Yalnızlığın getirdiği yük tam olarak omuzlarına binerken Michael, adanın derinliklerinde başka bir varlığın izlerine rastlıyor. İşte o anda film, tropik cennetin sakin güzelliklerini ölümcül tehditlerle aynı çerçevede harmanlıyor. Muhteşem akşam güneşleri ve tehlikeli uçurumlar ekranı doldurarak izleyicide hem hayranlık hem de rahatsızlık hissi yaratıyor.
Çekimlerin yalınlığı, diyalogların eksikliği ve doğanın neredeyse bir karakter olarak ön plana çıkması, hikayeye düşünsel bir atmosfer katıyor. Sonuç olarak, bu yapım, keşif heyecanını korkuyla harmanlayarak, akıp giden etkileyici bir ada masalı sunuyor.