
Oxford’un sisli ortamında geçen bu yapım, kariyer hedeflerine ulaşmak için azimli adımlar atan Amerikalı öğrenci Emma’nın hikayesini anlatıyor. Bursla kabul edildiği bu saygın eğitim kurumunu, kendi sıçrama tahtası olarak gören Emma, gününü dakikası dakikasına organize ederek ilerliyor. Fakat, kütüphanenin gotik koridorlarında karşılaştığı ve ilk bakışta son derece çekici olan İngiliz genç Adam, tüm dengeleri alt üst ediyor. Adam’ın geçmişinde gizli olan ve yavaş yavaş ortaya çıkan sır, kızımızın düzenli yaşamını kaosa sürüklerken, izleyiciyi de tahmin yürütmeye davet ediyor.
Yönetmen, romantik komedi kalıplarını bir nebze kullanmaktan kaçınmıyor; ancak Oxford’un büyülü atmosferi ve başkarakterlerin doğal uyumu, seyirciyi hızlı bir şekilde sarhoş ediyor. Özellikle tarihi yapılarının taş duvarları arasında gizlenen gerilim, aşk temasına beklenmedik bir gölge düşürüyor. Son bölümde, karakterlerin verdikleri kararlar, kader ile özgür irade arasındaki soruyu akla getirerek sinema salonundan düşünceli bir gülümsemeyle çıkmanızı sağlıyor.