
Bu filmde, şatafatlı davetlerin vazgeçilmezi olan genç sosyetik Lale, kimsenin adını duyduğu bilinmeyen gizemli bir hastalığa yakalandığını düşünmektedir. Doktorların net bir teşhis koyamaması, Lale’nin aklında karanlık bir tüneli aydınlatan tek ışığın da sönmesine yol açar. Bedeni ona ihanet ediyormuş hissi her arttıkça, kendi hayatını neredeyse sabote edilmesi gereken bir proje olarak algılamaya başlar. Ailesinde aradığı yardımı bulamayınca tamamen umutsuzluğa kapılır: işine ihanet eder, arkadaşlarıyla arası açılır, hatta bir etkinlikte kendini rezil olmaktan çekinmeden bırakır.
Yönetmen, Lale’nin içsel dünyasını pastel tonlarda sahnelerle bezelerken, arka planda çalan ürpertici yaylıların sesi karakterin zihinsel karmaşasını izleyiciye aktarıyor. Kameranın Lale’yi giderek daralan açılarda yakalaması, korku ve yalnızlık duygusunu daha da kuvvetlendiriyor. Film, modern şehir yaşamının dışarıdan sağlıklı görünen yüzünün altında yer alan bunaltıcı beklentileri ustaca açığa çıkarıyor. Çıkışta herkesin aklında aynı sorunun yankısı var: İnsan en çok kendisine mi yalan söyler?